Doğu Karadeniz Bölgesinin Etnik Tarihi Üzerine – Il

SKYTHENLER /İSKİTLER

Bayburt Ovasında Skythen/İskit’lerin memleketine giren Onbinler,  ovada dört günde yirmi parasang (yaklaşık  104 km ) gittikten sonra Gymnias adında büyük  zengin ve kalabalık  bir şehre ulaşırlar(12). Burası Doğu Anadolu’yu boydan boya geçen Onbinler’in rastladığı ilk şehirdi(13).  Konuyla ilgilenen  araştırmacılar bu şehrin şimdiki Bayburt şehri ya da  civarında olduğu konusunda hem fikirdirler. Bölgede yaptığımız yüzey  incelemelerinde  Bayburt il merkezi ya da yakın  çevresinde bu dönemde kurulmuş bir kente ait herhangi bir kalıntı tespit edemedik. Fakat bu günkü Aydıntepe/Hart ilçe merkezi, gerek  son yıllarda kent merkezinin altında ortaya  çıkartılmış olan yeraltı kentinden(14) dolayı gerekse  kentin içindeki   tepeciğin durumundan dolayı bize Gymnias şehrinin  kuruluş yeri olarak  Bayburt il merkezinden daha inandırıcı geldi. Ayrıca   Justinianos dönemi hakkında bilgi veren  eserleri ile tanıdığımız tarihçi  Procopius bize bölgedeki önemli Roma garnizonlarından biri olan Hart/Aydıntepe de bulunan  Khart/Kharton  kalesinin  varlığından bahsetmektedir.
Aydıntepe/Khart’ın Eskiçağ da ve Ortaçağın ilk dönemlerinde Bayburt’tan daha önemli bir merkez olduğunu gösteren başka buluntular da vardır. Bölgede yaptığımız gezilerde  Aydıntepe ilçe merkezinden kuzeye Kemer/Gemer  Dağlarına doğru tırmanan yolun doğu yanında yer alan  ve kare şeklinde olduğu için  erken Roma dönemine ait olduğunu zannettiğimiz küçük  bir kale kalıntısı ile bu yolun kuzey uzantısında  Madur Dağı’nın  kuzeydoğu yamaçlarında Kalecik yaylasının kenarında , aynı döneme tarihlenebilecek    bir diğer kale  kalıntısı tespit ettik. Tanımlanan iki kale arasındaki  dağlık  bölgede yer  yer at arabalarının işlemesine imkan tanıyabilecek genişlikteki eski yol kalıntıları  bize,Kemer  Dağından aşan ve  Karadere’nin  Karadeniz’e  döküldüğü  yerde, modern Araklı ilçe merkezinin kenarında kalıntıları mevcut bölgedeki en eski Roma garnizonunun bulunduğu Hyssos’ a(15) ulaşan işlek bir yolun varlığını göstermektedir. Bir ucunda  Aydıntepe  bulunan ve bir bölümü  bugün  de bölge halkı tarafından da  kullanılan   bu yolun güzergahında   erken Roma döneminde olduğu gibi Bizans döneminde de   kullanıldığını gösteren başka  kalıntılar da mevcuttur.  Bu  buluntular Aydıntepe’nin günümüzdeki konumunun aksine eski ve ortaçağ da çok  önemli bir yerleşim birimi olduğunu gösterir. Buradaki yerleşim  birimin ne kadar eskilere indiğini tespit edemedik ama    Aydıntepe’nin   eski ve ortaçağda Bayburt’tan önemli bir merkez olması  Gymnias’ın   Aydıntepe olabileceğini  düşünmemize neden olmuştur. Hiç şüphesiz bu konuda son sözü söylememize  bölgede yapılacak olan yüzey araştırmaları ve tespit edilen yerlerde yapılacak olan kazılar ile bu kazılardan elde edilecek  bulgular imkan verecektir.

Bölgeye ait  tarihi bilgileri değerlendirirken , mikro seviyede coğrafi bilgilere de ısrarla değinmemizin nedeni bölgenin tarihi topografyasını ortaya çıkarmanın yanı sıra, kaynaklarda bölgede yaşadıkları belirtilen halkların yaşadıkları toprakların daha belirgin bir sınırını çizmek  ve onları yörenin en eski dönemlere ait tarihi içinde  daha gerçekçi bir biçimde bahsedilmesine imkan sağlamak içindir.

Ksenophonun  anlattıklarından  hareketle ve bölge coğrafyasının tanıdığı imkanlardan yararlanarak Skythen/İskitlerin memleketini Kop Dağının kuzey eteklerinden itibaren uzanan  düzlük alan Bayburt Ovası,Mormuş Düzü,Pulur ve Köse civarı,Hart Ovası  ve Çoruh Nehri’nin İspir bölgesindeki vadisi  ile bu bölgelerde Doğu Karadeniz Dağlarının güney yamaçlarından doğarak Çoruh nehrine  inen derelerin vadileri olarak  tanımlayabiliriz.

Eski çağın ünlü coğrafyacısı Amasyalı Strabon (M.Ö. 64 – M.S. 21 ) Geographica(16) adlı eserinde Trabzon’un üst tarafında doğudan batıya doğru Moskhia dağları,Skydises/İskit  dağı ve  Samsun bölgesine kadar uzanan Paryados dağlarından bahseder(17). Burada adı geçen Skydises/İskit dağının bugün Maçka’nın güneydoğusunda yükselen Kolat Dağlarıdır. Heredot’un Karadeniz’in Kuzeyindeki İskitler olarak tanımladığı Skolat/Kolatlar dan ismini alan bu dağlardan başka  Artvin Yusufeli Barhal Köyünde bir Kolatet (Kolatyurdu anlamında)  Mahallesi vardır (şimdi Altıparmak köyü Uzun Çalı Mahallesi). Strabon’un  Trabzon’un güneyinde işaret ettiği bu Skydises/İskit/Skolat/Kolat  Dağları isminden hareketle  İskit’lerin  Gümüşhane’nin kuzeyine düşen Kostan  Dağı ,Yağmurdere  bölgesi,Çakırgöl Dağları ve Kolat Dağları bölgesine de yayılmış olduğunu da söyleyebiliriz. Bu yayılma bölgesini tanımlarken  sadece Strabon’un  Skydises /Kolat Dağı adlandırması değil Kesnophon’un denizi gördükleri  Thekes(Madur) dağına ulaştıktan sonra ertesi gün   İskit’lerin memleketini Makron’ların memleketinden ayıran ırmağa  (Karadere)  ulaştıklarını belirten ifadesi de bize yardımcı olmuştur.

Ksenophon Gymnias’ın büyük, zengin ve kalabalık bir şehir olduğunu kaydederken anlattıklarından bu şehrin  yöneticisinin de  çok  usta bir idareci olduğunu anlaşılmaktadır. Çünkü bu yönetici, ,geçtikleri her yeri yağmalayan  Helen paralı askerlerinin  yağmasından  zengin şehrini  kurtardığı gibi, beş günde denizi görebilecekleri bir  yere götüreceğini söyleyerek onların kısa sürede kendi topraklarından ayrılmalarını da  temin  etmişti. Ayrıca görevlendirdiği kılavuzla yoluuuzatıp  Onbinler’i düşmanlarının yaşadığı bölgeden geçirtip köylerini  yağmalatmıştır.

Bölgenin coğrafi yapısını çok iyi bilmenin verdiği bir cesaretle  kılavuzun onları Aydıntepe’den kuzey doğuya doğru yöneltip, Çençül Deresi vadisinden  Soğanlı dağlarına çıkardığını, Soğanlı dağlarının tepelerinde ve Kuzey  yamaçlarında yaşayan fakat Gymnias ve çevresinde  yaşayan Scyten/İskitlere düşman  olan halkın memleketinden geçirdiğini ve bugün  Haldizen/Demirkapı, Haros/Yaylaönü, Kavlatan ve Henege  köylerinin çevrelediği bölgedeki  köyleri yağmalattığını söyleyebiliriz. Daha sonra    batıya yönelen Onbinler, Kemer dağının kuzey eteklerinden geçerek, bugün bir kısmı hala daha kullanılan yoldan kuzeye doğru ilerlemiş ve Aşot yaylasından  geçip Madur Dağına ulaşmışlardı. Ksenophon bu konuda şunları yazıyor:

”Kılavuz gelince Helen’lere,kendilerini beş gün içinde denizi görebilecekleri bir yere  götüreceğini,eğer bunu yapmazsa ölüme razı olduğunu söyledi. Yola çıktılar. Düşmanlarının memleketine gelince kılavuz,Helenlere burasını ateş ve kılıçla harap etmelerini söyledi. Böylece onun Helenler’e iyilik olsun diye değil sadece bu maksatla yola çıkmış olduğu anlaşıldı.(18)” Bu satırlar  aynı zamanda bize kılavuzun Onbinler’i  yaya olarak Aydıntepe’ye en fazla  bir günlük mesafedeki  Madur Dağına götürürken  neden Kemer Dağı-Karasu geçidi – Lemonsuyu -Aşot yaylası yolunu izlemediğini de açıklamaktadır. Nitekim kılavuz  geniş bir u çizerek beşinci gün  Madur Dağına ulaşıp  denizi ve Makronlar’ın memleketinde izleyecekleri yolu gösterdikten ve askerlerden  yüklü hediyeler topladıktan sonra geri dönmek için akşam olmasını beklemişti. Çünkü tahrip edilen köylerin savaşçıları Onbinleri izlemekteydiler. Havanın kararmasını beklemesinin nedeni  hiç şüphesiz   arkalarından takip eden   bu savaşçılardan  kurtulmak  ve daha kısa olan  bu yolu kullanıp gün ağarmadan kendi topraklarına ulaşmaktı.

Ksenophon’un Thekesh  Dağı olarak bahsettiği Madur Dağı’ndan deniz ve Araklı Koyu çok güzel bir panorama arz eder. Onların denizi gördükleri yer, Madur Dağı’nın kayalık olan  zirvesi değil,zirveyi oluşturan sivri kayalıktan yaklaşık 300 m daha alçakta olan ve  Madur Dağı ile batısındaki Polut Dağı arasındaki boyundur. Çok eskiye ait bir yol izi de dağı buradan aşmakta ve boyunun sırt kısmında büyük bir düz alan vardır. Nitekim denizi görmek için önden dağa tırmanıp Madur  Dağı ile Polut Dağı arasında olan  boyuna ulaşanlar  arasında büyük bir bağrışma kopmuş, çıkan gürültünün büyüklüğü nedeniyle arkalarda bulunan Ksenophon  önden gidenlerin baskına uğradığını zannederek yanındaki süvarileri aldı ve yardıma koşmuştu. Dağın tepesine yaklaşınca askerlerin “Deniz !  Deniz !” bağırdıklarını anlayınca onların sevincini paylaştı. Herkes,hatta artçılar bile koşmaya ,yük hayvanları  ve atlar da olanca hızıyla sürmeye başlamış ve herkes dağın tepesine vardığında sevinç gösterileri iyice artmıştı. Kimin emir verdiği belli değildi ama askerler hemen taş toplayıp  bir tepe halinde yığarak bir anıt oluşturdular.

Ksenophon ve arkadaşlarının izledikleri yol ve  denizi gördükleri Thekhes  dağının neresi olduğu konusu bölgenin tarihi ile ilgilenen birçok  batılı araştırmacının da ilgisini çekmiş ve Zigana, Hamsiköy, Ayeser, Kolot Dağı, Yoros Burnu, Karakaban Dağı değişik araştırmacılar tarafından  Thekhes dağı olarak açıklanmıştır. Madur Dağı  da   adaylar  arasında adı geçen bir yerdir.(19) Fakat araştırmacıların  bir kısmı bu yolu son asırlarda en yoğun kullanılan  yolları izleyerek tanımlamaya çalışmış,bir kısmı ise sadece Doğu Karadeniz Dağları üzerinde denizin görülebileceğini tahmin ettikleri  bazı yükseltilerin Thekhes dağı olabileceğini ileri sürmüştür.  Ksenophon ve arkadaşlarının izlediği yol üzerinde olması gereken Thekhes dağının  ( ki oradan deniz görünüyordu)  tarifine uyan bir yükseltinin son dönemlerde kullanılmış yol güzergahları üzerinde olmaması , ya da Thekhes dağı olabileceği ileri sürülen   yerin  Trabzon’a olan uzaklığı konusunda gerçeğe uyan bir açıklama yapılamamış olması bu konuda fikir yürütenleri çıkmaz bir sokağa sokmuştur. En ihtiyatlı olanları ise  Denizin görünebileceği yükseltilerden  hangisinin üzerinde  taş yığını bulunursa  Thekhes Dağı’nın orası olabileceğini yazmıştır.(20)

Konuya 1989 yılından bu yana ilgi duymuştum. İlk dikkatimi çeken nokta tüm araştırmacıların Bayburt ile Trabzon arasında  Zigana Dağlarından aşan yollardan  başka  yol bilmedikleri için ve tüm tahminlerini  bu yollardan birisinin üzerinde yapmaya çalışmaları olmuştu. Oysa bu  güzergahın son asırlarda daha çok kullanıldığı için diğer alternatifleri arasından öne  çıkmıştır.
Trabzon Rum Krallığının  Trabzon’un etrafındaki topraklarda kontrolünü kaybetmesinden sonra  tek can damarı durumuna gelen Değirmenderesi vadisi ve kollarını, bu vadiden geçen yol ve bağlantılarının güvenliği için birçok dini ve askeri  bina ile donatmıştı. Buna paralel olarak da   vadi halkını  kutsal Hıristiyan inancı etrafında sıkı  bir şekilde toplanmasını temin eden dini yerler  ihdas edilmiş ve daha önce mevcut yerler  canlandırılmıştı. Bundan önceki dönemlerde   ise durum daha değişikti. Trabzon’un doğusundaki Araklı limanı bu günkü gibi Karadere’nin taşıdığı alüvyonlarla dolmamış  Karadeniz’in tüm rüzgarlarına karşı tam bir koruma sağlayabiliyordu. Ayrıca Karadere vadisi  Bayburt  bölgesi ile Trabzon  arasında  Zigana’dan geçen yollardan 80-100 km daha kısa  olan yolları bu bölgede denize ulaştırıyordu. Bu nedenle ilk çağlarda ve  erken Roma döneminde bu yollar Zigana’dan aşan yollardan daha çok kullanılıyordu. Bryer de o dönemde  bu yolun öneminin farkındadır ve  Romanın doğu sınırını  bekleyen Legion’un karargahının bulunduğu  Satala  kalesi ve şehrinin (bu gün Gümüşhaneye bağlı Kelkit’in Sadak köyü)  doğrudan Trabzon ile erken Roma döneminde  irtibatının olmadığını belirterek Satala’nın ikmal yolu olarak Karadere Vadisinden geçen  yolu tarif etmiştir(21).

Osmanlı döneminde 19.yy da Trabzon- Tebriz ticaretinin canlandığı  dönemde  Değirmendere vadisinde ki yolların önem kazanması ise doğrudan doğruya güvenlik sorunu ile ilgilidir. Bu yolun canlanmaya başladığı yıllarda Araklı-Sürmene ve Of vadisinden mal taşıyan kervanların  soyulması nedeni ile başta Trabzon da bulunan İngiliz elçisi olmak üzere tüm batılı diplomatları özellikle  vadinin iç kesimlerinde  Rum nüfusunun fazla olması nedeni ile  Değirmendere  vadisinden geçen yolların güvenliğini sağlamanın daha kolay olduğunu düşünmüş ve bunun için geçmiş dönemlerdekine benzer  organizasyonlar yapılmıştır.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım süreç içinde Trabzon’un doğusundaki yollar  canlılığını yitirerek sönmüş ve sadece o bölgede yaşayanların kullandığı  önemsiz yollar durumuna düşmüştür. Bu nedenle Ksenophon ve arkadaşlarının izledikleri yolu  kaynakların da belirttiği şekilde  Trabzon’un doğusunda ama  daha önce konuyla ilgilenenlerin işaret ettikleri yolların biraz daha doğusunda araştırdım.

Onbinler’in izlediği  yolu ayrıntılı olarak çizmek için  önce  harita üzerinde çalışarak  ve anlatılanlara en uygun olan yolu tespit etmeye çalıştım. Zigana, Kolat ve Karakaban Dağlarında önerilen yerlerden deniz görünmüyordu. Bunların daha kuzeyindeki  denizin göründüğü sahile yakın tepeler  ise  Ksenophon’un  Makron’lar ve Kolkh’ların memleketlerine dair anlattıkları ile uyum göstermiyordu (22). 1994 Ağustosunda  Aydıntepe’deki yeraltı şehrini ziyaret ettikten sonra yukarıda  tarif ettiğim yolu izledim.  Madur’un zirvesini oluşturan kayalığın  batı yanındaki  boyuna ulaştığım zaman  Ksenophon ve arkadaşlarının denizi görebildiği sırtın üstündeki düzlükten denizin muhteşem  manzarasını seyretmekle kalmayıp, düz alanın  orta yerinde   çevreden  toplanan taşların yığılması ile  oluşturulan anıta ait kalıntılara da ulaşmıştım. Sırttaki  düzlüğün orta yerine,uzak çevreden toplanarak yığılan  taşlar artık bir tepe oluşturmuyor ve yığının kalıntısını oluşturan  taşların bir kısmı etrafa yayılmış, ortası açılarak belki de hazine bulmak amacıyla kazılmıştı .

Ksenophon’un izlediği yolu ve Thekhes dağının neresi olduğunu ortaya çıkarmak için  bu konudaki tüm iddiaları da değerlendirerek yapılan  bu çalışmadan  amacımın Ksenophon’un bölgede  yaşamış olduğunu kaydettiği  halkların yaşadıkları bölgeleri daha  belirgin olarak tanımlayabilmek ve coğrafyanın verdiği imkanlarla sınırlar  belirlemek olduğunu az yukarıda belirtmiştim. Şimdi onun anlattıklarından hareketle Makron’ların  yaşadığı bölgeyi tanımlamaya çalışalım.

MAKRONLAR

Bu halkın adı gerçekte Makron değildir.  Makron, Helen dilinde uzun başlı anlamındadır ve bu adı onlara Helkenler vermiştir. Makron’lardan sadece Ksenophon değil  Heredot ve Strabon da bahseder.Heredot  bu halkın sünnet olma adetinden bahisle, Moskhi’ler, Tibarenler, Mossyonoikler  ve Mar’larla birlikte Pers İmparatorluğunun On dokuzuncu şatraplık bölgesinde yaşadıklarını ve üç yüz talant altın  vergi ödediklerini kaydeder(23).

Heredot, MÖ 480-479 de Pers kıralı Xerxes  komutasında Yunanistan seferine çıkan İran Ordusunda bulunan birlikler arasında  Makron askerlerini de sayarken(24), bu olaydan 80 yıl sonra Onbinler’in arasında Makron’ların dilini bilen Makron asıllı bir savaşçının bulunması Makron Helen ilişkilerinin bundan ibaret olmadığını da göstermektedir.

Onbinler’i denizi gördükleri Madur Dağı’na ulaştıran kılavuz  denizi seyrettikleri yerden onlara konaklamaları için  bir  köy ve Makron’ların  memleketine gidecek  olan yolu da göstermişti. Makron’ların memleketini üç günde on parasang (yaklaşık 52 km) yol yürüyerek  geçen Ksenophon ve arkadaşları ilk gün Polut Dağı’nın kuzey eteklerinden  batıya doğru ilerleyerek  Makron’larla Skyten’lerin memleketini ayıran ırmağa (bugünkü Karadere’nin kaynak  kolu) varırlar. Bu bilgi  bize Skythen’lerin memleketinin Hart Ovasının Doğu Karadeniz  Dağları’na giren kıvrımındaki  Tanzut,Erginis,Toronsos Salmankas Bahçecik ve  Yağmurdere bölgesine kadar uzandığını göstermektedir.

Ksenophon’un yazdığına göre sağ taraf yukarıya doğru sarp bir arazi (Polut dağının batı yanını oluşturan dik yamaçlar ve  uçurumlar) idi. Soldan da aşılması lazım olan sınır ırmağın bir kolu (Yağmurdere  suyu) akıyordu. Irmağın kıyıları ince ama pek sık yetişmiş ağaçlarla kaplıydı. Makron’lar ırmağın karşı kıyısında ve tam geçit yerinde onları bekliyor,birbirlerine seslenerek cesaret veriyor ve taş atıyorlardı. Bu sırada Onbinler’in arasında bulunan ve Atina da esir olarak hizmet etmiş bir asker   Makron’ların dilinden anladığını söyleyerek “Zannedersem burası benim memleketim olacak,eğer bir engel yoksa onlarla konuşayım “   der. Onbinler’le Makron’lar arasında  anlaşma sağlanır ve karşılıklı dostluk yemini ederler Helenler’e bir mızrak verir ve onlardan da bir mızrak alırlar(25). Bu Makron’lar için bir sadakat rehini imiş. Bu hareket Karadeniz insanında silahı namus sayan anlayışın ne kadar eskilere gittiğini göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Anlaşmaya vardıktan sonra  Helen’lerin arasına karışan   Makron’lar onlarla  birlikte ağaçları kesip yol açar, ırmağı geçmelerine yardım eder,ellerinden geldiği kadar pazar kurarak yiyecek işinde kolaylık gösterir ve Kolkh’ların sınırına kadar götürürler.

Onbinler 2. ve 3. Gün   Karadere’nin batı yamaçlarındaki Toroslu-Kolaşa’dan  batıya, Yanbolu Deresi vadisine dönerek  Santa’nın kuzeyindeki İftelon Deresi’ni takip etmiş ve Seslikaya Tepesi’ne ulaşmışlardı. Burası Kolkh’ların memleketinin sınırıydı.

Strabon, Trabzon Dağlarında yaşayan  Sanni/Tzan/ Canların  eski çağlarda Makronlar diye anılan halk olduğu kaydeder(26). Yine Romalı idareci Arrianus (27) kaleme aldığı bölge hakkındaki raporunda Ofi nehrinin Tzan/Canlarla Kolkh’lar arasındaki sınırı teşkil ettiğini yazmaktadır. Bu bilgileri, Ksenophon’un verdiği bilgiler ve  Ksenophon’un izlediği yol konusundaki tespitlerimizle birlikte değerlendirdiğimiz zaman Makron’ların Trabzon Rize sınırını teşkil eden Iyidere ile Yomra/ Kalafka Deresi arasındaki  bölgede yer alan Of/Soplaklı, Sürmene/Manahos,Araklı/Karadere ,Yanbolu Deresi vadilerinde ve  daha yoğun olarak ta bu vadilerin orta ve yüksek kesimlerinde kurulmuş köylerde yaşadıklarını söyleyebiliriz. Arrianus’un çizdiği sınırı ve doğuya doğru bölgede yaşayan halklarla ilgili verdiği bilgilerin  bölgenin coğrafı yapısına göre değerlendirdiğimiz zaman Makronların Of-İyidere arasında sahil şeridine kadar indiklerini söyleyebilmek mümkündür.

Hayvancılık ve tarımla uğraşan, yün ya da  kıldan yapılma elbiseler giyen, örme kalkanlar ve mızraklarla silahlanmış, silahı  namus sayan bir anlayışa sahip olan Makron’ları, Ksenophon ve arkadaşlarına yiyecek temin etmek için pazar kurduklarına göre ticaret bilen,aralarından birinin esir olarak Atina’da bulunduğunu dikkate alırsak Karadeniz vasıtasıyla sadece komşu halklarla değil deniz ötesi halklarla da ilişkileri olan,topraklarına düşmanca niyetle gelenlere karşı savaşçı ama dostça gelenlere karşı    misafirperver ve yardımcı bir halk olarak tanımlayabiliriz.

KOLKHLAR

Kolkhis Doğu Karadeniz ile Kafkas Dağları  arasında kalan bölgeye Yunan kaynaklarında verilen addır. Kolkh’lar ürettikleri  kendir bitkisinden elde ettikleri keten kumaş ve bezleri  ile ilk çağın önemli tekstilcilerindendirler. Heredot Yunan efsanelerinde de geçen  Kolkhislilerin Mısırlılar ve Ethiopialılar gibi sünnet olduklarını belirterek, yaşayışları ve dillerinde ki benzerliklerden dolayı  Mısır kökenli olduklarını söyler .Heredot’a göre  Ondokuzuncu şatraplık bölgesi halkları ile birlikte Pers  imparatorluğuna  vergi ödeyen Kolkhisliler ağaçtan yapılmış başlıklar,tabaklanmamış deriden yapılmış kalkanları,kısa mızrakları eğri  kılıçları ile donanmış olarak  Kserkes’ın Yunanistan seferine katılmışlardı.

Trabzon  ve Giresun bölgesinde yaşayan   halkın  kendilerini ne adla andığını bilemiyoruz .  Helen kaynakları Karadeniz’in güneydoğu kıyılarını Kolkhis  diye adlandırdığı için Ksenophon’un Trabzon ve Giresun civarında yaşayan halkı Kolkh’lar olarak  adlandırmış  olsa gerekir.  Arrianus  Of Nehrinin Kolkh’ların memleketi ile  Tzanlar/Sanniler/Canların memleketi arasında sınır teşkil ettiğini  yazar(28) Driller ile Sannilerin aynı halk  olabileceği kanaatinde olduğunu beirtirken herhalde Sannilein Trabzon’un güneyinde yükselen dağlarda yaşadığını  biliyordu.Daha yakın tarihli kaynaklar da Kolkhis olarak Batum bölgesi belirtilmektedir.

Bu bilgiler konuyla ilgilenen bazı araştırmacılar tarafından Kolkh’ların daha yakın tarihlerde doğuya doğru çekildiği şeklinde yorumlanmaktadır. Ama o dönemin kaynaklarında aktarılan bilgiler daha  yeni bir eleştiri süzgecinden  geçirildiğinde görülecektir ki   antik dönemdeki kaynaklardaki adlandırmalar da daha yakın dönemde örneğini gördüğümüz  Laz adlandırmasında olduğu gibi  bir dönem  öne çıkmış etnik bir grubun ismi  sadece o etnik  grup için değil  aynı zamanda diğer gruplarla birlikte o etnik grubun da içinde  yaşadığı bir coğrafi bölge içinde kullanılmaktadır.Bu gerçeği dikkate alarak bir değerlendirme yaptığımız zaman  Ksenophon ve Arrianus’un  Kolkh olarak adlandırdıkları halkın Trabzon ve Giresun kentlerinin etrafında  ve doğu da Of Deresine kadar uzanan sahil şeridinde yaşadıklarını söyleyebiliriz.

Ksenophon Makron’ların ülkesinden  geçerken  üçüncü gün ulaştıkları  Makron’larla Kolkh’ların sınırını şöyle tanımlar:“Burada yüksek bir dağ vardı. Kolkh’lar bunun üzerinde mevzi almışlardı.(29)”. Bu dağ günümüzde diğer yamacında Kuştul manastırı bulunan ve Gümüşki Tepesinin kuzeyine düşen Seslikaya Tepesi’dir. Kolkh’lar ülkelerine girmek isteyen  Helenlere karşı burada mevzi almışlardı. Helenler  bunlara karşı önce sıkışık bir kütle halinde  savaş düzeni aldılar ve dağa doğru böyle ilerlemek istediler. Fakat daha sonra bir araya toplanmış olan komutanlar  en uygun hücumun  nasıl olacağına müzakere ederek karar verdiler. Ksenophon,”Dağın bir tarafı daha sarp,öbür tarafı daha kolay çıkılabilir durumda olabileceğine göre,phalanks çarçabuk bozulabilir,eğer böyle toplu halde  ilerleyen birlikler dağılmak zorunda kalırlarsa,askerler cesaretini kaybedebilir” diyerek bu sıkışık şeklin bırakılıp, bölüklerden dağınık  kollar teşkil edilmesini  önerdi(30). Bu fikir kabul edilerek hemen kollar teşkil edildi. Sağ kanattan  sol kanada kadar bütün askerleri teftiş eden Ksenophon askerlere “Arkadaşlar,karşınızda gördüğünüz adamlar,çoktan beri varmak istediğiniz hedefle aranızdaki son engeldir. Bunları diri diri yemeliyiz.”(31) diye hitap ederek askerlerini Kolkh’ların üzerine  hücuma teşvik eder.

Savaşın sonunda Helenler tepeyi ele geçirmeye muvaffak olur ve çevrede bol  yiyecek bulunan köyleri yağmaladılar. Galyan, Kuştul, Ciganoy ve Uz derelerinin oluşturduğu vadilerin yukarı kesimlerindeki bu köylerde birçok arı kovanı vardı. Bal yiyenler  kendilerinden geçtiler. Helenler   bölgede bu gün bile üretilen “Deli Bal” ya da “Tutan Bal”dan yemişlerdi. Ksenophon “Kusma ve sürgüne uğradılar. İçlerinden hiçbirinin ayakta duracak hali kalmadı. Bu baldan az yiyenler sarhoşa benziyorlar,fakat çok yiyenler deli gibi oluyorlardı.” diye anlattığı durumu bölge halkı günümüzde “Bal tutması” diye tanımlar. Kolkh’ların ülkesinde iki günde yedi parasang (yaklaşık 36,4 km ) yol giderek Trabzon dolayında denize vardılar.  Ksenophon’un verdiği malumata göre  Trabzon Sinop’un kolonisi olan bir Helen şehriydi. Surların içinde oturan Helenler onlara yiyecek sattılar. Onları şehre alarak sığır, un ,şarap gibi hediyeler verdiler. Komşuları özellikle ovada oturan Kolkh’larla  da dostluk kurmaları için aracı oldular.

Trabzon yakınlarında 30 gün konaklayan  Helenler buradan 30 gün boyunca  Kolkh’ların memleketini yağmaladılar. Bu yağmalarda Helenlerin eline tüm tanrılarına kurban kesecek kadar çok  boğa geçtiği için adamış oldukları kurbanları kestiler. Ordugah kurdukları dağda bir spor yarışmaları şenliği yaptılar. At yarışlarında  süvariler bayır aşağı denize kadar gitti ve oradan dönerek yokuş yukarı ta sunağa kadar at sürdüler. Dik bayırdan inerken atların çoğu yuvarlanırken, yukarı çıkışta tepe çok dik olduğu için, adi yürüyüşle bile gidemiyorlardı. Onbinler’in komutanları bir araya gelerek  vatanlarına deniz yolu ile dönebilmek için    gemi tedarik etmek  üzere bir heyeti memleketlerine göndermeye karar verirken,Trabzon’un çevresindeki köylerden  yapılacak yağmaları da bir düzene bağladılar. Böylece düzensiz yağmaya girişen adamlarının çevre halkı tarafından   tuzağa düşürülerek öldürülmelerinin önüne geçmek istiyorlardı. Köylerinden kaçıp çevre tepelere sığınan Trabzon’un çevresindeki köylerde yaşayan Kolkh’ların karargahlarına yapabileceği baskın tehlikesine karşı ise bir nöbet düzeni kurdular. Gemi temin için giden arkadaşlarının yeteri kadar  gemi getiremeyeceği ihtimaline karşı  da Trabzon’da oturan Helenlerden ödünç savaş gemisi alıp Trabzon önlerinden geçen ve bölgede yaşayan halklara ait  ticaret gemilerine el koymayı kararlaştırdılar. Yeterli gemi  ele geçirilememesi durumunda ise deniz sahilini takiben batıya doğru gitmeyi  ve bu durumda sahildeki şehirlere yolları tamir için haber göndermeyi planladılar. Şehirler yağma korkusundan ve  Helen’leri biran önce bölgelerinden uzaklaşmasını isteyeceklerinden bunu hemen yapmaya razı olacaklardı.

Trabzon’daki Helen’lerden elli kürekli bir gemi alan Onbinler  bununla korsanlık yapmaya  ve rastladıkları ticari gemilere malları ile birlikte el koymaya başladılar.  Korsanlık yaparak ele geçirdikleri gemileri deniz yolu ile daha uzak mesafelere gidip yağma yapmak için kullanan Helenler, her zaman  muvaffak olamıyor bazen da pusuya düşürülerek tamamen imha ediliyorlardı. Kleainitos adlı birisi kendi bölüğü ile bir başka bölüğü de tehlikeli bir bölgeye  yağma için götürmüş  fakat  yağmalanacak  olan bölgenin halkı  Kleanitos’u birçok adamıyla birlikte öldürmüştü. Helenler  Trabzon’da kaldıkları 30 gün boyunca yakın çevrede yağmalanacak yer kalmayınca Torul bölgesine kadar uzanıp yağmalarına devam ederler. Artık  yağmalanacak yer kalmayınca  kendilerini vatanlarına götürecek gemilerden bir haber gelmemesine rağmen bölgeden uzaklaşmak zorunda kalırlar. Yaşlılar çocuk ve kadınlar daha önce el koydukları gemilerle denizden kalanları da karadan yola koyulur ve üç gün  sonra Kerasus/Giresun’a ulaşırlar. Giresun  Kolkh’ların memleketinde ve Sinopluların kolonisi olan bir şehirdi(32).

Ksenophon, Trabzon’dan Giresun’a üç günde vardıklarını söylemektedir. Bu çalışmamızda aynı zamanda bölgenin tarihi topografyasını da ele aldığımız için bu ifadeyi de değerlendirmek  istiyoruz. Çünkü bu gün Trabzon ile Giresun arasındaki mesafe Ksenophon ve arkadaşlarının  üç günde geçebileceği bir mesafe değil. Kaldı ki  o zamanda doğal şartların müsaade ettiği yol ve geçitleri  kullanmak durumundaydılar ve yolları bu günkünden daha uzundu. Ayrıca geniş bir yatağı olan Tirebolu’nun doğusundaki Harşit Çayını ilkbaharda geçmek o kadar kolay olmasa gerek. Diğer yandan Ksenophon Giresun’un batı tarafında yaşayan Mossynoik’lerin memleketini 8 günde aşarak  Khalyb’lerin  ülkesinden vardıklarını ve bundan sonra da Tibaren’lerin  memleketindeki Sinop Kolonisi olan Kotyora/Ordu‘ya ulaştığını söylemektedir. Ksenophon ve arkadaşlarının Giresun ve Ordu arasındaki  mesafeyi  sahilden değil de iç bölgeden  bir yol izleyerek  ve Doğu Mossynoik’leri ile savaşarak geçtiklerini de  hesaba katarak değerlendirsek bile bu  mesafe    bu günkü Giresun ile Ordu arasından oldukça uzun bir mesafedir.

Bu durum bize iki şeyi düşündürmektedir. Birincisi Ksenophon memleketine döndükten sonra kaleme aldığı eserinde  bu mesafeleri yanlış hatırlamaktadır. İkincisi ise Kerasus/Giresun diye bahsedilen şehir bu günkü Giresun şehrinden daha doğuda,Trabzon’un   yaya olarak  üç günde yürünebilecek  bir mesafede batısında  olması gerekmektedir. Vakfıkebir’in doğusundaki Kirazlı köyünün eski adının Kiraşon olması bize bu yerin Ksenophon’un bahsettiği  Kerasus olduğunu düşündürmüştü. Fakat konu ile ilgili  yayınları izlediğimiz zaman bu durumu fark eden yazarların bazılarının Kirazlık’ta bu döneme ait bir kalıntı tespit edilememesine  dikkati çekerken bu ihtimali zayıf görmekte, bazıları da Kotyora ya ait olduğu ileri sürülen kalıntıların  çok küçük olduğunu ve Kotyora’nın  daha batıda bir yerlerde olabileceğini düşünmektedirler. Ama  burada mutlaka izah edilmesi gereken iki nokta var. Birincisi Helen Askerlerini Kunaksa’dan bu yana yürüyüşlerini izlediğimiz zaman düz ovada bir günde ortalama 25-26 km yürüyebildiklerini görürüz. Karadeniz sahillerinde bir günde bu kadar yolu almaları  ise  imkansız. Ayrıca geçmek zorunda oldukları  dereler  yollarının uzamasına neden olduğu gibi onlara zaman kaybettirecektir. Trabzon -Giresun arasındaki yolun bazı bölümlerinde fiziki yapı  sahilden geçmeyi imkansız kılmakta ve iç bölümlere kıvrılma zorunlu olmaktadır .Bu da  iki kent arasındaki yolun  bu günkünden çok  daha uzun olmasına neden olmaktadır. İkincisi ise  Ksenophon’un  verdiği bilgiler ışığında Giresun ile Ordu arasındaki coğrafi bölgenin fiziki olarak  Mossynoik, Khalyb ve Tibaren toplulukları için  yetersiz olduğu gerçeğidir.

Bölgede   arkeolojik  yüzey taramaları  yapılmadığı için bu konuda nihai bir karara varmak  şimdilik zor görünmektedir. Bölgede bu amaçla yapılacak olan yüzey çalışması Kerasus ile Kotyora arasındaki memleketleri  8 günde geçilen   Mossynoik’lerin yaşadığı bölgenin tam sınırlarını daha sağlıklı olarak tanımlayabilmemizi de kolaylaştıracaktır.

Giresun’da  on gün kalan Helenler burada  orduyu teftiş eder  ve bir sayım yaparlar. Sekiz bin altı yüz kişi kalmışlardı(33). Makron’ların memleketinden Kolkh’ların memleketine girerken 9.800 kişi olarak bildiğimiz (34) Helenler 30  gün boyunca çevrede yaptıkları yağmalar nedeni ile bölge halkı ile sürekli çatışmış ve  1200 kişi zayiat vermişlerdi. Bölgede  ancak can bahasına yağma yapabileceklerini  anladıkları için de bir an önce bölgeden ayrılmaya karar vermişlerdi. Bölgeden sadece yiyecek ve hayvan yağmalamayan Helenler bölge halkından  bir çok insanı da esir etmişlerdi. Yanlarında götürdükleri bu  esirleri de Giresun’da satarak paraları aralarında bölüşmüşlerdi. Giresun ve çevresinde bulunan köylerde  yaşayan halk Giresun kolonisinde yaşayan ve çevre halklarla ticaret yaparak geçinen Helenlerle dostane ilişkiler içindeydiler. Çevre köylerde yaşayan halktan bazıları yetiştirdikleri hayvanları Giresun pazarında satmakta  ve kasaplık yapmaktaydı ya da Helenlerden bazıları onların köylerine giderek bazı mallar satın almaktaydılar. Bu küçük köylerin savunmasız olduğunu gören Helen askerlerinden bazıları bu köyleri yağmalamak için yola çıkarlar. Fakat bu köylerin halkı baskını fark etmiş ve karşı koyarak  yağmacıların birçoğunu öldürüp kalanları kaçırmışlardı. Bu olaydan sonra bu köylerin ahalisi üç  ihtiyardan oluşan bir heyet Giresun’a gelerek Onbinler’in komutanlarıyla görüşmek istedi. İhtiyarlar Onbinler’in komutanlarının Giresun’dan ayrıldığını öğrenince Giresun’daki  Helenlerle görüşerek dostluk gösterdikleri  Onbinler’in köylerini yağma etmeyi nasıl düşünebildiklerine  şaştıklarını  söylediler. Giresunlu Helenler  de bunu ordunun içinden birkaç kişinin yaptığını  ve Orduyu yönetenlerin böyle bir düşüncesi olmadığını söyleyince ihtiyarlar buna inanmış ve Ordu komutanlarına gidip köylerine yapılan baskını anlatarak, gömmek için ölülerini alabileceklerini söylemeye karar vermişler. Fakat  ordu karargahına gelen ihtiyarları gören  bazı askerler onlara taş  atmaya başlamış ve arkadaşlarını da teşvik ederek üç yaşlı elçiyi öldürtmüştü.(35) Bu olay bize bölgede yaşayan halkın  kötü niyetlilere karşı amansız bir düşman olurken,düşmanının ölüsüne bile saygı duyacak  insani değerlere sahip olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.

Yorum bırakın